Martı’yı okumuştum ya, hemen birkaç ay sonra hayatıma Marmaris’in Martısı girivermişti. Sıcak bir günde, mimarlık kantinindeki arkadaşların uzun sohbetine katılmak üzere Ahmet ile yürürken, Ayşen çıktı karşımıza ve aniden, en az on kişinin kaderini, hedeflerini ve kişiliğini derinden etkileyecek soruyu sordu: “Yazın Martı Otel’de çalışmak ister misiniz?”

İstemez miyiz?!! Tabii ki, tamam, gidiyorduk, hemen. Babamdan telefonda izin istemiştim, sesini hala duyuyorum: “Bu fırsatı kaçırma, güzel değerlendir.” Ummadığım bir cevaptı, uçmuştum yine. Onunla yaz geçiremedik bir daha. Tabii o zamanlar hep yaşayacakmış gibi geliyordu bana; yaz, kış, baharlar geçecek o hep yaşayacaktı. Çocukluğumun tüm yazlarını babamın bize tanıttığı güzelim kıyılarda geçirmiştim, Marmaris’in denizinde yüzmüş, gündüz diskolarında dans etmiş, mavisini içmiştim; hatta turizm ile ilgili bir belgem bile vardı. Hele bizi organize eden kişi Ali ile tanışınca, daha da sevindim, lise arkadaşımın ağabeyi çıkmıştı. Nazikti, sakindi, süper tatlı bir kahkahası vardı. Ali bizim “Capitano”muz olmuştu artık, takım tamamdı. Martı yolculuğumuzun takım üyelerinden Memo kuzeniydi, Deniz ise yine bizim liseden, heyecanlı, gülücüklü bir kız. Diğerleri ile Martının kahvaltı servisinde tanışacaktık.

Martı’ya konduğumuzda geceydi ve inanılmaz bir şekilde, resepsiyondakiler hangi akla hizmetse, biz namuslu kızlarla bu yakışıklı adamları aynı odaya koymuşlardı!! Suit odaydı aslında, aramızda bir kapı da vardı, tuvalet onların tarafında kalacaktı. Yorgunluktan nasıl yattığımı bilmiyorum, ama aramızdaki kapıyı kilitlediğimi çok iyi biliyorum. Ahmet bugün bile dalga geçiyor, onlara nasıl güvenmemişim, yok kapının arkasına şifonyeri dayamışım da, sandalyeleri üstüne koymuşum!! Yok, sadece kilitledim, ne yapayım? Yirmi bir yaşındaydım, Jonathan Livingstone Seagull gibi uçmuştum güvenli yuvamdan, yaşamı tümüyle, özgürce deneyimlemek istiyordum, ama… Ama tecavüze hazır değildim işte! Babamın bir bölümü benimle gelmişti galiba. Bir gözü gelmiş olsa, yeterdi zaten!

İşte bu takımın adı “Tarantula Brothers” oldu. Tarantula, tüylü kara bir örümcek. Eh, bu kıllı adamlara da bu yakışırdı zaten. Bu biraderler dostluk, kardeşlik, paylaşım, sevgi, yüzbinlerce espri ile özgürce birbirlerine uçtular, yaşama uçtular, aşka, ayrılıklara, mutluluklara, hüzünlere, bazıları erkenden ölüme uçtular. Önce Hakan ayrıldı aramızdan. On yıl sonra, bir öğledensonra, gazeteden öğrendim onun melek kanatları taktığını, beni hep “Dünyanın en komik kadını” olarak andığını. Tabii, bunu ilan eden yine bendim.

Ah, Ali. Capitanomuzu geçen yaz uğurladık. Bodrum’da, en büyük aşkının göğsüne verdik onu, denize. Martıların çığlıkları gibiydi hepimizin yüreği. Tanıştığımız evde vedalaştık. Yirmidört yıllık arkadaştık onunla, mantılarla, kahkahalarla birlikte. Evinde helva yaptık, oysa bu eskiden yalnızca bir şakadan ibaretti: “Helvasını kavurmak”… Şakası yoktu denizin, korkusu yoktu Ali’nin.

Hayat bu, uçuyor işte. Tarantulalar bile uçuyor. Vakit varken tek tek her birini sevmeli. Kapılarına kilit vurmalı!

Gülcan

Mutluluk Bültenine ve YouTube kanalıma abone olun!

Bize katılın, tüm etkinliklerden, eğitimlerden ve yeniliklerden haberdar olun.
YouTube kanalım: Gülcan Arpacıoğlu ile Mutluluk Kolay
Ayrıca mutlulukkolay.com yayında

Başarıyla abone oldunuz!

Mutluluk Bültenine üye olun

Mutluluk Kolay tekniği ile tüm streslerinizden kurtulun 

İlham verici gerçek hikayeler okuyun

Eğitim fırsatlarını kaçırmayın

 

Siz de Mutluluk Bülteninden yararlanan binlerce kişiden biri olun!

Tebrikler! Mutluluk Bültenine kayıt oldunuz

Share This