“Şu Reiki dedikleri nedir, Allahaşkına? Böyle bir şey var mı? Moda mı, safsata mı, bir işe yarar mı?”
Reiki hakkında birçok soru var, yorum var, hem uygulayan ve yarar görenler konuşuyor, hem de Reiki’yi hiç deneyimlemediği halde yargılayanlar oluyor. Hepsine saygım var, çünkü “böyle şeylere” önyargısı çok büyük olan bir kişi de benim. Aldığım mühendislik eğitimi, yetiştiğim ortam ve arkadaşlık sohbetleri bilimsel olmayan herşeyi dışlamak üzerine kurulu. Herşeye şüpheyle yaklaşıyorum, birisi yeni bir şey hakkında büyük laflar etmeye başladığında, örneğin yaşadığı bir deneyim, bir vitamin, bitkisel bir karışım, yeni bir zihin tekniği, içine doğan bilgiler, rüyaları yorumlayış şekli olabiliyor; hemen içimden “Ruh sağlığı yerinde mi acaba?” , “Keşke bu olaya biraz da uzaktan bakabilse, yazık”, “Birkaç web sitesi okuyup nasıl bu kadar inanabiliyor?” gibi yorumlar geçirebiliyorum.
Bu yorumları aklımdan geçiriyorum ama, ardından doğrudan kendi üzerimde yaşadıklarımı hatırlayıp “Dur bakalım, belki yararlı bir tarafı vardır, dinleyelim” moduna geçiyorum; çünkü kendi yaşadıklarım elle tutulur kadar gerçekti, hala da öyle. Üstelik hiç bilimsel falan değildi, ama şimdi bilimsel deneyler ile kanıtlanıyor.
1994 yılının Eylül ayıydı, sıcak bir gündü. Ekonomik göstergeler tatsızdı, çok sıkıntılı ve tatminsiz bir ruh hali içindeydim. Kalamış’taki minik evimin pul kadar balkonunda geleceğimin bir anda değişeceğinden habersiz, hayal bile kuramadan oturuyordum. Amerika’da yaşayan arkadaşım Şule, ertesi gün döneceği için vedalaşmaya geldi. Canımın sıkkınlığı gözardı edilemediğinden olsa gerek, birden bana “Dur, şimdi sana bir şey yapacağım” dedi.
Beni yatağıma yatırdı, ellerini gözlerimin üzerine koydu. Birkaç dakika sonra bir gevşeme hissi geldi; ellerim, ayaklarım, göğsüm, karnım rahatlamaya başladı. Şule’nin elleri başımda uzun süre kaldı, yanları, arkası, kulaklarım, boynum… bir şey içime akıyordu, bu şey sevgi gibiydi, şefkat gibiydi. Bu nedir, ne değildir, sorgulayacak halim yoktu. Öyle güzel bir duygu içindeydim ki, boşverdim sorularımı, kendimi bıraktım. Şule ile arada iki söz ediyorduk, yani uykuda değildim, kimbilir bir ara dalmış da olabilirim. Tüm yaptığı şuydu: ellerini hareketsizce, bastırmadan bedenimde bir bölgeye koyuyordu, bir süre bekliyordu, sonra başka bir bölgeye geçiyordu. Bende bir mutluluk, bir hafifleme, gözümün önünde çeşit çeşit renkler dolaşıyordu, sanki içim temizleniyordu ve ben ne olduğunu bilmeden öylece yatıyordum, Şule ise hiç çaba göstermeden ellerinin yerini değiştiriyordu, o kadar.
Bu ne kadar sürdü bilmiyorum, herhalde bir saatten uzun sürmüştür. Ayaklarımın tabanlarından ellerini çektiğinde, Şule “Tamam”, dedi, “Nasılsın?” Ben canlanmıştım, rahatlamıştım, zihnim durulmuştu ve kendi mutlu hissediyordum. Çok teşekkür ettim ve sordum: “Tatlım sen bana ne yaptın? Bu nedir?” Şule, gülümsedi, “Ben sana Reyki yaptım” dedi, sonra vedalaştık ve hızla bavulunu toplamak için çıktı. Sorularım yağmur gibi yağacaktı, ama zamanı yoktu.
Şimdi, “Reyki” de neydi? Yıl 1994, aylardan Eylül. İnternet diye birşey yok, nasıl yazıldığını bile bilmediğim şeyin kitabı yok, hiçbir yerde sözünün geçtiğini hatırlamıyorum. Nasıl araştırma yapacağım?
Elime bir kitap geçti, “Ruhsal Şifa Teknikleri” diye. İçinde “Reyki” yok. Kitabı okudum, ellerime odaklanıp, sonra dilekler dileyip, hasta bölgenin içine doğru ışıklar göndererek, iyileştirme imgelemesi yaparak, konsantre olarak çevremdekilere enerji vermeye başladım. Ağrısı geçenler, iyileşenler oldu. Bununla birlikte yorulduğumu hissettim çoğu kez, enerji benden gidiyordu. Efendim, ben hevesle ve cehaletin cesareti ile, biyoenerji yapıyormuşum meğer. Hem de yarım yamalak. Korunmam gerekirmiş, enerjiyi yeniden bir yerden almam ve depolamam gerekirmiş, insanların hastalıkları enerjisel olarak bana geçebilirmiş. Çok sonra öğrendim bütün bunları!
Şule altı ay sonra geldiğinde, hasret gidermeye onun evine gittim. Odasının üç raflık kütüphanesinde İngilizce bir kitap gördüm: üzerinde REİKİ yazıyordu ve ellerden pembe beyaz ışıklar çıkaran bir grafik vardı kapağında. “Bu, geçen yaz bana yaptığın şey mi?”. ”Evet” dedi Şule ve tabii, kaptım kitabı. Aylarca suyunu çıkardım. Geri vermesi birkaç yılımı aldı: aradığımı bulmuştum, ben de öğrenip yapabilirmişim! İmgeleme yapılmazmış, konsantre olunmazmış, sadece ellerini koysan olurmuş. İş sadece bir Reiki öğretmeni bulmaya kalmıştı.
Reiki, Anadolu’nun “el alma, el verme” geleneğinin Japoncası aslında. Dünyanın birçok kültüründe ellerle şifa enerjisi aktarımı, bu şekilde iyileşme, iyileştirme geleneği var. Reiki öğretmeni bulmak o kadar kolay değildi ama!
O sıralarda internet mucizesi filiz vermeye başlamıştı, azar azar William Rand hayranlığımız gelişmeye başladı. Sevgili arkadaşım Gökhan işyerinden www.reiki.org sitesinden çıktı alıp getirdikçe öğreniyor, öğrendikçe meraktan ve sabırsızlıktan patlıyorduk.
Sonunda, 1996 yılının son gecesi, yeni yıl dileklerimi yazmaya başladım ve ilk dileğimin Reiki öğrenmek olduğunu yazdım. Diğer dileklerimi hatırlamıyorum bile! Öyle çok istemiştim ki Reiki öğrenmeyi ve öyle imkansız görünüyordu ki, anlatamam. İngiltere’deki öğretmenlerin listeleri gelmişti, Almanya’da Reiki merkezleri vardı, ama olanaklarım yoktu işte.
Yalnızca iki ay sonra, Şubat 1997’de, on dakikalık bir iş için Kalamış’tan Şişli’ye gittim. Anadolu yakasından, Avrupa yakasına. İşimi bitirdim, dönerken tatlı bir kızla tanıştırıldım: Fügen. O da dolmuşla dönecekmiş, birlikte gitmemizi önerdi, bindik. Fügen parapsikoloji ile ilgilenip ilgilenmediğimi sordu; ben de “İlgileniyorum” diye düpedüz yalan söyledim. O da başladı anlatmaya. İlginç ve inanılması imkansız şeyler söyledi. Benim de aklımdan hiç çıkmayan şey Reiki ya, ben de başladım anlatmaya. Hiç duymamış, bana bir sürü soru sordu ve ben de öğretmen aradığımdan, Türkiye’de hiç olmadığından yakındım.
Sonra hiç ummadığım birşey oldu: Sağ yanımda oturan yaşlıca hanımefendi bana “Siz Reiki’yi kimden öğreneceksiniz?” diye sordu. Soru böyle olunca, dantel, makrame falan gibi birşey zannetti, onu soruyor sandım. “Siz Reiki’yi biliyor musunuz?” diye sorayım dedim.
“Biliyorum, benim kızım yapıyor, Amerika’dan hoca geliyor, öğretiyor, grupça yapıyorlar” demez mi?
İşte dünyaların benim olduğu andı o an. Biliyordum, dileklerim gerçek oluyordu! Kızının telefonunu aldım, ve hayretle Kalamış’ta dolmuştan inişini izledim(*). Evlerimizin arasında iki üç dakikalık bir uzaklık vardı, kimbilir kaç kez onların bahçesinin önünde köpeğimi gezdirmiştim. Fügen’e veda edip, hemen indim(**) .Yüreğim ağzımdaydı, Reiki Türkiye’ye gelecekti, ben de ellerimle şifa verebilecektim!
Hepsi oldu: Hüsnü Onaran, Hale Cormier ve William Lee Rand hocalarım oldular, hepsine çok teşekkür ediyorum.
Sevgili Reiki, çok teşekkür ediyorum. Hayatımı anlamlı kıldığın için, bunca yıldır tükenmeyen mutluluk kaynağım olduğun için. Peter, çok teşekkür ediyorum, varlığın ve Reiki dostluğun için. 3 Haziran 2000 öğretmen olduğumuz tarihti, yolumuzun şifaya, yüzümüzün ışığa döndüğü gündü. Dokuzuncu yıl kutlu olsun!
Diyorlar ki : “Şu Reiki dedikleri nedir, allahaşkına? Böyle bir şey var mı? Moda mı, safsata mı, bir işe yarar mı?”
Bence Reiki sevgidir, şefkattir, yardımdır, destektir, dostluktur, sabırdır, metanettir, başarıdır, sorumluluktur, korunmadır, sağlıktır, rahatlıktır, mutluluktur! Yaşamı renklendiren, yüreğimizi açan, bizi cömertleştiren, dengeleyen, değerlerimize uygun yaşamamıza olanak sağlayan saf ışıktır! İşe yarar, hem de nasıl…
Sevgiyle ve Reiki ile,
Gülcan Arpacıoğlu
Reiki öğretmeni, 2000
*)Sevgili Lale Kurfeyz, anneciğine ve sana çok teşekkür ediyorum.
(**)Sevgili Fügen, iyi ki o gün parapsikoloji konusunu açtın, Reiki için çok teşekkür ediyorum, şimdi bu konuyla da ilgileniyorum.
Yeni yorumlar