Bazen çok sevindiğinizde, kahkahalara boğulduğunuzda, gizliden gizliye içinizi korku sardığı oluyor mu?
“Çok güldüm, acaba çok ağlayacak mıyım?” diyor musunuz? Kültürümüzün bir parçası olan bu inanışın altında ne yatıyor, hiç düşündünüz mü?
Neden çok güldükten sonra çok ağlamamız gereksin?
• Belki evrenin adaleti öyle işliyordur, herşeyin bir bedeli vardır
• Çok gülen kişi, aslında ağlaması gereken şeye bilinçsizce gülüyor olabilir, bu dünyada gülünecek bir şey yoktur
• Gülmek hafif ve gereksiz bir şeydir, aslolan ciddi ve acılı olmaktır, gereksiz bir şey yapan kişi boşa geçen zamanına ağlıyordur
• İnsanlar hep çok güldükten sonra, hep çok ağlamışlardır, bin yıldır istatistikleri tutulmuş ve bu kanıtlanmıştır
• Gelecekte olacaklar hep korkutucudur, insan hazırlıklı olmalı, tedbir almalı, telaşlanmalı ve endişelenmeli; bugünü gülerek falan harcamamalıdır, (örnek : ağustos böcekleri)
• Mesela “Cem Yılmaz” ya da “Avrupa Yakası” sonrasında mutlaka bir “Yaprak Dökümü” vardır
• Gülmek günahtır, ağlamak ise sevaptır
• Gülen kişinin yanakları ve kasıkları ağrımıştır ondan ağlıyordur !
Tabii ki hiçbiri! Bence bu inanış, duyguların geçici olduğunu anlatan basit bir hatırlatma. Hayatımızın her anı değişiyor: yediklerimiz, içtiklerimiz, arkadaşlarımız, kazanç düzeyimiz, algılarımız, yorumlarımız, düşüncelerimiz ve duygularımız. Bir gün gülüyoruz, başka bir gün ağlıyoruz, bu gayet normal. Bu karamsar hatırlatmanın aslında hiç gereği yok, gülmenin eğlenmenin tadını kaçırmaktan başka hiçbir işe yaramıyor.
Yine de duygularımızın geçici olduğunun doğru olduğunu bilerek, bu hatırlatmayı yeniden yorumlayabiliriz: “Off çok ağladım, demek ki çok güleceğim!” diyebiliriz.
“Krizde çok çektim, demek ki çok kazanacağım”
“Evde boş oturmaktan çok sıkıldım, demek ki çok eğleneceğim”
“Çok bekledim, demek ki harika biriyle evleneceğim!”
Önemli olan geleceğe biraz umutla, biraz mizahla bakabilmek. Belki de biraz sabretmek. Sevgili Şanal’ın bir kitabında okumuştum: “Sabır, sürece gösterilen saygıdır” diyordu. Çok sevdim. Daha sonra sabır hakkında çok şey öğrendim. Sabır sadece bugün, şu anda gösterebileceğimiz bir tepki, ertelenemiyor. Sabretmek yumuşak bir tepki; tahammül etmek değil, dayanmak değil, o halin geçmesini bekleyerek gergin olmak değil. Sabrın içinde hoşgörü var. Duruma sabretmek, ilişkide olduğunuz kişilerin olumsuz davranışlarına sabır göstermek, büyüyen çocuğa, cehaletin eylemine, zamanın geçişine hoşgörüyle yaklaşmak. Sabır böyle bir duygu. Değişimin nasıl olsa süreceğini bilmek, değişimi umutla, hoşgörüyle, mizahla karıştırarak yaşamak. Bazen gülmek, bazen ağlamak, sonra yine gülmek; değişimi kabul etmek, değişeni onaylamak.
Gülerken gülmenin tadını çıkarmak gerek, kahkahanın şiddetinden gözümüz yaşarsın mesela. Her ağlamanın arkasından
gülünecek bir şey bulalım.
Sevgili babam bize gülmeyi öğreten kişiydi; ciddi ciddi çalışır, sonra da ettiğimiz her lafa bir fıkra ile karşılık verir, çocuk gibi muzırlıklar yapar, ipe sapa gelmez her konuda bizi güldürürdü. Öte dünyaya uçtuğunda tabii ki ağladık, ama ikinci gece babamın fıkraları döküldü aramıza, gözyaşlarımıza kahkahalar karıştı, sonra da onu hep gülerek andık.
Bahar Geldi!
Sevgili güneş geri döndü, erguvanlar, şeftaliler pembelerini açtı. Haberlerin en güzeli bu. Hani fark etmediyseniz, hatırlatayım dedim. Artık harekete geçme zamanı. Büyükada mı olur, Burgaz mı, Heybeli mi, bilmem. Bisiklete mi binersiniz, yoksa eşofmanınızı çekip yürüyüşe mi çıkarsınız, onu da bilemem. Tek bildiğim, şehrin ortasına kısılmış kuşların sevinçle öttüğü, yeşilin derinlerden fırladığı, tomurcukların öpülesi olduğu bugünlerde derin nefes alabildiğim. Kavuşmalar hep bahara kavuşmak gibi olsun!
Nisan 2009
Yeni yorumlar